28 Aralık 2012 Cuma

Hep gülmesin o güzel yüzün..

      Sürekli gülmek, şen şakrak olmak neyin samimiyetsizliğidir, hiç anlayamadım ve anlayamayacağım sanırım..

      Düşünürüm zaman zaman beni bir insan evladının tek alıkoyamayacağı şey, içimden geldiği anda gülmem, kahkaha atmam olabilir diye. Gönlümce gülebilmek hayattaki en büyük lüksüm, en kendime has yanım ve kişisel alanım gibime geliyor. Belki de değildir orasını bilemem. Ama bildiğim bir şey varsa o da, her zaman bir insan evladının bu hislere kapılamayacağıdır.
      Bir insan hayal et ki, 7/24 gülsün, ciyaklayarak konuşsun, her yeni tanıştığı insana sıkıca sarılsın, öpsün. Sokakta yaralı bereli, ayağı kopmuş, gözü çıkmış birilerini görünce derbeder olsun. Ölüm kelimesini kullandığın anda henüz bir cümle bile kurmamışken dünyanın en ayıp en iğrenç lafını etmişsin gibi, off ya konuşmayalım böyle iç karartıcı şeyler desin, istisnasız her seferinde. Hayatta, an ve an yaşanan durumları konu eden bir filme gidin, birileri katledilsin birilerinin bir tarafları kesilsin ve o, ya ne kadar depresif bir filmdi, hele o kızın kesildiği sahne çok mide bulandırıcıydı gerçekten, daha eğlenceli sanmıştım, gitmeyelim bir daha böyle filmlere, der. Gitmez de... Film biter salondan çıkılır ve o ancak bir film süresince dayanır şakrak olmamaya. Kapıdan çıktığı anda başlar şakşaklamaya : ayy o neydi öyle bee!

      O hep güler, hep sarılır, hep öper,herkesi sever o, herkes de onu.. İşte samimiyetsizliğe inanmamı sağlayan da budur. Ne zaman içinden geldiği gibi davrandığını bilemezsin, ne zaman gerçek ne zaman sahte.. çünkü o hep tatlıdır.. ve nihayetinde benim gözümde karışır gerçek ile sahte birbirine, o'nda ise çoktaan yok olmuştur ikisinin ayırdı..

18 Aralık 2012 Salı

ufuk

Ufka bakarım ben,
göremesem de duyarım sesini.
ukala değil o ses,
hatırlatır,
bundan başka yaşanacak yer yok!
ya burada kal
ya da kalmasan ne çıkar...
olmazsan bundan sonra,
en büyük hayalin bilirim,
biri uzaklara bakıp seni hatırlar, hatırlar da
hatırlamasa ne çıkar.
olsan ne çıkar olmasan ...
bana bakarak düşünmeyi aklından çıkar,
çıkarmazsan ne ...
hepsi aynı yola...

25 Kasım 2012 Pazar

Sonum

Ben hep, sona kalırım zaten..

Bir yer var..

Yaşamak istediğim bir yer var... İnsanların beni kendilerine benzetmeye çalışmadıkları bir yer. Normal olanın, kendileri olduğuna dair çok hummalı bir iddia içine girmeyenlerin olduğu bir yer. Sırf onların hoşladıkları, sevgilileri, sözlüleri, yüzüklüleri, evlilikleri olan insanlar var diye benim de aynılarından edinmen gerektiğini düşünmeyen insanların olduğu... ve yanımda bu tür bir kişi bulundurmadığım için yalnız olduğumu değil, onlar gibi arkadaşlarım olduğu için kendimi yalnız hissetmeyeceğim insanların olduğu bir yer. Yanımdaki boşluğu değil içimdeki boşluğu dolduran insanların olduğu bir yer.. Tanımadığım birilerinin elinden tutmaya zorlamaktansa, her birinin bir elimden tuttuğu insanların olduğu..Benim ne istediğime kendi karar vermeyip, bana kulak verenlerin olduğu. Yalnızlığın ihtiyaçtan doğduğunu, herkesin neye ihtiyaç duyarsa onun yalnızlığını duyabileceğini ve o ihtiyaçların da herkes de farklılık gösterebileceğini düşünebilen insanların olduğu yer.

4 Ekim 2012 Perşembe

Parlayan deniz

Eğer uzun sayılacak bi otobüs yolculuğuna çıkarsan, tek başına. Işık yakıyorsa hala gözlerini akşam üzeri.  Dışarıdan gelen rüzgâr serinletmiyorsa. Otobüs sabit hızla giderken, kulağına rüzgârla birleşen donuk bir ses yapışıyorsa. Pencereden izlerken güzel denizi, üzerine güneş ışığı vururken, parlayan bir sürü çift göz görmüş gibi huzurlu oluyorsan.

Öylece sonsuza kadar gitmek isteyeceksin..

Heveslenme, sürmeyecek. Bitecek..

Yan koltuktaki kadın çocuğunu kucağına alacak otobüsten inecek, yanına kapkara olmuş işçi bi amca oturacak, şapkasıyla oynayacak, Darıca 1 diyecek, ineceksin. Amcanın yüzüne, gözlerine bakmayacaksın. Belki parıldayan bir çift gözü vardı. Göremeyeceksin. Hiç.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Tek bir olay

Bir şey her şeyi yıkmış değil. O bir şey her şeyin özeti sadece. Özetin özü kısalık değil midir? Karar vermek için birden fazla özete gerek niye? Her özet aynı bütünü anlatmıyor mu nasılsa? Her özet ayrı bir heyecan, belki bu kez başka bir bütüne götürür umudu ile...

11 Eylül 2012 Salı

Buzlu laflarım var

Söyleyeceklerimi biraz bekletmem gerekiyor.
Bir gün önceden suda ıslattığım laflarımı,
ateşte haşladım bir süreliğine.
O da yetmedi,
azar azar kullamak için derin dondurucuya koydum, her birini.
Zamanı gelince tüm büzüşmüş laflarımı kısık ateşte ısıttım,
buzlarından arındırdım.
Tamamen çözülürlerse ne alâ,
inat ederlerse kimsenin ağzına laf vermiyorum.



10 Eylül 2012 Pazartesi

Hayatın sesi


Hayat dediğimiz bundan ibaret:
manasızlığımızın sessizliğini susturmak için,
televizyonun sesini sonuna kadar açmak.
Televizyonun içine de girememek, onla gerçekten ilgilenmemek,ama
en azından iki manasızlığın arasını doldurmak,
manasızlığın sesini bastırmaktır.
çoğunluk"

31 Ağustos 2012 Cuma

Roldeyim, peki


Rol yapmak her şeydir. Hayatta kalabilmenin tek yoludur. Gülmediğimde çok sık ağladığımda, hıçkıra hıçkıra mutlaka mutsuzumdur. Öyle diyolar.. Hani sevinçten de ağlanırdı. Bir şeyleri çözmenin mutluğundan ağlıyor olamaz mıyım? Ağlamamalıymışım, bir derdim mi varmış? Ne derdim varmış ki? Bu dünyada yaşamak zorunda olmak gibi çok büyük bir derdim var mesela.. Deniyorum sırf onları susturmak için.. Ne oldu kızım, canım evladım? Başına kötü bir şey mi geldi, bir halt mı yedin? Ay çocuk delirdi mi yoksa? Sonra başka bir yöntem denemeye başladım. Onların denediğini düşündüğüm  yöntemi. Rol yapmayı, mış yapmayı, gibi olmayı. Evet mutluyum diyen insanlar nasıl davranıyor. En çok da gülümserler değil mi. Ağzı kulaklarında cinsinden gülerler hep. Tahmin ediyordum, öyle bi an oluyor ki herkesin kendini yalnız hissettiği bir an. Bazen tek başına bir dolmuşa bindiğinde pencereden binalara bakarken gelir bu his, sevgilisi arabadan inip hızlıca yolun karşındaki büfeden sigara alıp dönerken sevgilisi çok yabancı geldiğinde olur bu his, kardeşinin yeni tanıştırdığı iş arkadaşlarıyla aynı masadayken sohbete giremediğin bir anda kardeşinin de onlar uzak bulduğunda kapıldığın his, yolda yürürken terliğin koptuğunda öfkelenip lanet etmeden önce yaşadığın şaşkınlıktır bu his. Zamanın durduğu ya da daha doğrusu zamanın olmadığı andır, sana bunları hissettiren. Zamanın olmadığı anları hepimizin yaşadığını, mutlu olma rolü yapmaya başladıktan sonra ispatlamış oldum kendime. Hepimiz bu anları yaşayıp inkar ediyoruz çoğu kez mutluluk taklidi altına sığınarak. Düşünmüyoruz üzerine böylelikle onlardan daha çabuk kurtulduğumuzu zannedip mutlu olmaya devam ediyoruz. Aklımıza bu tarz sapkınca fikirleri sokmuyoruz. Kahkaha atıyoruz, birilerine sarılıyoruz, onları çok sevdiğimizi söylüyoruz. Mutluyuz ya?
Madrugada-salt 2.44’-3.12’

17 Ağustos 2012 Cuma

"Çok"


Çok yakışıklı adam var… “Çok”, yakışıklı olma seviyeleri değil, sayıları! Peki çirkinler mi? Hayır! Fena değiller ama çok yakışıklı da değiller…  Peki, çok güzel ya da çokça güzel kız gördün mü? Cevap yine hayır! Fakat bunun sebebi belki de algıda seçiciliktir.. Ne kadar ayıp!

Maalesef hepsi birer, maço"luk, kıro"luk, kasıntı"lık, concon"luk abidesi.. Bu yüzden hiç birine insanın bi daha bakası gelmiyor.. Aklımdan geçiriyorum o sırada bu memleketteki erkeklerin en az yarısı iyi görünebilecekleri halde kendilerini bu kisveler altında zaten harcıyorlar.. Diyorum ki, bi ellerinden tutsam, gel bakalım sana güzel bi imaj yaratalım desem ama fikri bi imaj bu.. Kendilerini bulurlarsa zaten kıyafet dediğin yansıma.. O zaman belki birileri gibi giyinmekten, bir gruba dahil olmaktan çok, kendilerine has yanı bulacaklar ve zaten sonrası gelecek..tabi olmuyor bunların hiçbiri.. Hepsinin elinden tutmama imkan yok..

Sonra diyorum eğer bütün dünyanın güzel olarak kabul ettiği bi yapıyı, bi doğa güzelliğini görsem, hayatımda kaç kez görebilirim ki.. Bir çoğunu bir kez, herhalde.. Hatta bir kez görebilmek gayet yeterli olurdu.. Öyleyse neden sokakta gördüğümüz güzel kadınların, güzel erkeklerin peşinden koşalım ki.. Onlar da tıpkı güzel bi yer gibi yeryüzüne ait varlıklar değiller mi? Kaç kişi tutturmuştur ki, her gün Swallows'a paraşütle atlamak isterim, Eiffel'i bahçeme koymak isterim, Everest'i her gün penceremden göreyim diye.. Ama olmuyor.. Çok güzel şeyler, neredeyse bir kez.. Güzel insanları da yeryüzündeki güzellikler gibi algılarsak hiç sorun kalmayacak.. Hiçbiriyle el ele tutuşmanın, sinemaya gitmenin, sarılmanın hayalini kurmayacağız tıpkı güzel yerlerle bunları yapmanın hayalini kurmadığımız gibi...

As'lolan fikrimizde tutabilmek birini, bu yüzden görüntüsüne değil "kendine has"lığına önem vereni kovalamak gerek gençler..

31 Temmuz 2012 Salı

Görünen utanç

Ne kadar da hevesliydiler beni utanmış görmeye.. Utandığımı belli etmek istemesem de gözlerime dik dik bakarlardı, dudaklarının kenarına belli belirsiz bir gülümse kondururlardı, sadece bana gösterdikleri cinsten.. Hepsi birbirinin aynıydı, hep beraber sözleşmişlerdi sanki gözlerimin derinliklerindeki utancımı bulacaklarına..

Dik dik bakarlardı gözlerime, öyle ki bir süre sonra onların utançları bile benim gözlerimde birikirdi.. Bu yüzden hiç tereddüt etmediler, bulacaklarından..

22 Temmuz 2012 Pazar

Terk edilen çocuk

     Yıllar önce günün birinde bir bebek gelmiş dünyaya. Şimdiden ya 15 ya 20 bilemedin 25 yıl önce.. O dünyaya gelmeden önce anne ve babası uzuunca düşünmüşler..
     Bu çocuğu biz yaptık ama peki masraflarını nasıl karşılayacağız, nasıl büyüteceğiz onu.. Dünyaya getirmekle bitse iş.. ya sonrası? Elbette, onu sevmiyor değiliz, henüz doğmamış da olsa, ama biz onun ihtiyaçlarını karşılayamadığımız anda bizim onu sevmediğimizi düşünmeyecek mi ki? Biz her zaman onun yanında olamadığımızda bize kızmayacak mı, kırılmayacak mı? Belki de ondan vazgeçmeye hakkımız olmadığını söyleyecektir..  Bu dünya sizin mi ki, benim burada yaşamayacak olmama karar verebilirsiniz, demeyecek mi? Benim var olmama , bilinçli ya da bilinçsiz siz karar verdiniz ama burada kalıp kalmayacağıma ancak ben karar vermeliyim, derse.. Derse, sorarsa, üzülürse, kızarsa, öyle olursa, böyle olursa..
    Anne babası uzunca süre bunlar üzerine düşündü, hepsi üzerine. O ise günden güne bu dünyaya gelmeye daha da yaklaşıyordu. Onun dünyaya geliş planında bir günlük bile bir aksama olmuyordu. anne ve babasının kafasına takılan bunca sorudan sonra, ondan kurtulmayı ,onu başka birine vermeyi ya da kaderine terk etmeyi bile geçirdiler akıllarından.. Sırf bu sorumluluklarla baş edemeyecekleri için, onu çok sevmelerine rağmen terk etmek zorunda kalabilirlerdi.
    Bugün bu çocuk, birilerine "ya sev ya terk et" diyor. Ülkesini vatanını çok sevmesinin korumasının göstergesi niteliğinde.. Şimdi ise anne babası yeniden düşünüyor, başkalarına ya sev ya terk et diyen çocuklarını zamanında hangi cami avlusuna terk etmeleri gerektiğini. Çünkü pişmanlar.. Çocuklarını dünyaya getirmek üzerine düşünürken, sevmek ile terk etmenin birbirinin zıttı olmadığını öğretmenin çok zor olacağını düşünemedikleri için.. Sevmeyecek olsalardı da terk edemezlerdi onu sorumlulukları yüzünden ya da terk etseler de vazgeçemezlerdi onu sevmekten..
    Memleketteki belki de her çocuk aynı kadere mahkum olduğundan habersiz, bunun gibi laflar ederse, anne babası da aynı hızda pişmanlık duyuyordur herhalde.. Biz çok mantıksız olmasına rağmen seni dünyaya getirme sorumluluğunu üzerimize almışken, neden sen kendi varlıklarını, geldikleri dünyayı sorgulayanlara karşı bu kadar hoşgörüsüz oldun, diye.  Ya biz de senin gibi davransaydık, şimdi bu cümleyi kuracak bir sen bile olmayacaktı, diye..

21 Temmuz 2012 Cumartesi

15 Temmuz 2012 Pazar

Ağırlık mı?

Aklım hiç bir zaman çıldıramayacak kadar başımda.. malesef.. ve hiç bir zaman cinnet halinde olamayacak kadar sükûnet sahibihiyim.. Nasıl ağır bir yük bir bilsen..

6 Temmuz 2012 Cuma

Tık tık tık!!!! DOLU....

                Tuvalet güzel yerdir. Kim inkar edebilir ki aksini.. Başka nerede gerçekten yalnız kalabiliyor, nerede en derin düşüncelere dalabiliyoruz.. Nerede başak bi göz tarafından izlenmediğimize emin olabiliyoruz??

      Her yerde kameralar var sanıyorum bazen.. Vitrinlere, camlara bakarak saçlarımı düzeltiyorum, kulaklıktan dinlediğim şarkıya bağırarak eşlik edemiyorum.. Ekmek almaya giderken göz altı kapatıcımı sürüyorum mutlaka.. Bakımsız demesinler diye saçlarımı düzeltiyorum her gün, deli demesinler diye içimden söylüyorum şarkılarımı, makyaj yapıyorum her gün çirkin demesinler, hasta demesinler diye. Demiyorlar sanıyorum tüm bunları yaptığımda. Deseler ne olacak ki demiyorum, diyemiyorum artık.
    Bir köşeye çekilemiyorum.. Tek başıma kalabalık olmayan bir yere oturursam, kesinlikle dikkat çekmeye çalışıyorumdur. Öyle diyorlar. En iyisi her yerden çabucak uzaklaşıyorum, çelişki yaratmamak, açıklama yapmamak için. Sürekli izlendiğinin farkında olan insan gibi anılmamak için..
     Kimseye de yaşamak istemediğim bir şeyi yaşatmamak için, fazlaca incelememeye karar veriyorum ben de hiç kimseyi. Herkesin özel alanına saygı duymak adına.. Kibrimden değil gözlerimi çevirmeyişim, saygımdan.. Ben onlara saygı duydukça onlar daha azını gösteriyor bana sanki, kendini beğenmiş buluyorlar beni.. Daha çok izliyorlar sanki.. Şuna baksana diyorlar bir de başkalarına işaret ediyorlar. Halbuki ben de çok istiyorum onları izlemeyi.. Görünmez olabilmeyi ve yalnız kaldıklarında yaptıklarını bile izlemek istiyorum. Gözlerini, gülüşlerini, burunlarını, ellerini ayaklarını, yürüyüşlerini, bacak bacak üzerine atışlarını... Ama engel oluyorum tabi kendime..
    Her ne kadar izlendiğimizin farkında olsak da izleyici ile göz göze gelmek rahatsızlık verici oluyor elbette, bazen rahatsız oluyoruz, bazen öyle gibi davranıyoruz, bazen de kafamızı çevirdiğimiz anda gülümsüyoruz, bir yakışıklı bakıyor o sırada arkamızdan, ona gülümseyemeyiz, birini izlemek kötü bir şey ve buna onay vermemeliyiz, ona değil kendimize gülümsüyoruz bu yüzden..
    Ne zaman yalnız kalıyoruz peki?? tuvalette.. işerken , sıçarken kimin bizi izlediğini düşünmüyoruz.. Kameraların olmadığı tek yer orası.. İzlenmek zorunda olmadığımız, izlenmekten zevk alırsak pişman olmayacağımız tek yer orası. Kendimizle baş başa kaldığımız.. Dışarıda başka işler yaparken düşünmeye fırsat bulamazken, orası yaptığımız işi unutup düşünebildiğimiz, bazen tüm günün muhakemesini yaptığımız yer..


      Şu an 1. yurttayım ve birazdan tuvalete gireceğim. Hayatımda girdiğim en küçük tuvalet bu. Dizlerimin üzerine kollarımı koyduğumda kafam kapıya çarpıyor, fermuarımı çekerken kolum duvara sürünüyor.. Şimdi ne durumdaysam burası onların vücut bulduğu yer gibi.. Madem girdim işimi yapayım diyorum işiyorum, bir yandan düşünüyorum günümü, sağa sola çarparken.. Ayaklarım kapının altından dışarıya taşıyor. Ben oradayım ama ama ayaklarım çıkmak istiyor.. Dayanamıyorum yine beni birileri izlesin istiyorum.. Onlar varken her şey kontrol altında, hiç bir şeyde aşırıya kaçmıyorum, içimden gelen hiç bir şeyi yapmıyorum çünkü. Kendimi değilse de ayaklarımı gösteriyorum.. Beni göremeseler de ayaklarımın beni götüreceği yeri görüyorlar.. Çıkıyorum dışarı çıkıyorum. Birileri beni izliyor gözetiyor. Artık daha güvendeyim..

20 Haziran 2012 Çarşamba

İçimdeki kakaolu kek

Eylemsizlik yöntemimin pek de işe yaramadığı ile bir kez daha karşı karşıyayım. Tüm kanın beynime sıçramasından , tekrar vücudumun muhtelif noktalarına yayılmalarını kanımı ikna etmenin tek yolu olduğu yanılgısındayım bi süredir. Pekiii, yarıyor mu bi işe dersin?? Pek sanmıyorum. Sinirlendiğimde hiç bir şey söylemeden öylece saatlerce tutabiliyorum kendimi, evet. Bi süre sonra sinirin kendisi de baştaki kadar etkili olmuyor, evet. Ya bu sefer ne oluyor dersin?? Tamamen kaybolmadığı için tabi hiç bir zaman, içeride kalan kırıntılar birikip birikip, kocaman bi kek oluyor, dışarıdan uygulanan düzenli ısı ve baskı ile yavaşça pişmeye piştikçe de kabarmaya başlıyor. O sıcak fırından çıkan kek hak verirsin ki öylece yenmez, haliyle pencere kenarına koyup soğumaya bırakılıyor. N'oluyor sonuçta da, ılık kıvama gelince afiyetle yenmeye koyuluyor insan. Ama olmaz yetmez ki insana içinde tam tavıyla pişmiş kakaolu bir keki tek başına yemek. Paylaşmak ister değil mi? Ne kadar güzel olduğunu onlar da söylesin ister. Hatta bir süre sonra o kadar alışır ki bu duruma, mutlu olması için enfes kekini başkalarına sunması yeterlidir. Çünkü izlediği şey onu daha mutlu eder hale gelir. Onların, benim yaptığım muhteşem kekten aldıkları zevk için, kanlarının beyinlerine sıçrayacak kadar ısınmasına, kekin soğuması için sabırla beklemelerine gerek yok çünkü. Onlar sadece kekin mutluluğunu yaşar, paylaşmanın mutluluğu böyle bir şeydir.
Harika bir kek yapıp yalnız yemektense, tamamını başkalarına ikram edip tadına bile bakmamak en iyisidir.. bazen

17 Haziran 2012 Pazar

Bir dindar der ki..

Sorgulamayı,
düşünmeyi ,
şüphe etmeyi,
aklını kullanmayı,
 kısacası bilimi inkar eden dindarın işlediği kabahat, kabahatlerin en büyüğüdür ki, onun yüceliğine ve varlığına leke sürer. Zira bilimi inkar eden dindar der ki:
  - Tanrım şüphe etmeyi sorgulamayı tercih etmiyorum. Çünkü bunun sonucunda seni bulamama ihtimalim olabilir ve bundan çok korkuyorum.
  Oysa şüphe bir kısır döngü değil diğer şeyler gibi başlangıcı olan bir olgudur. Onların bilmediği şüphenin de bir yerde durduğudur. Ve ancak şüphenin inşa ettiği bilim ile sana ulaşılabilirdi.
  Allahım sen, kendine dindar deyip de bilimi inkar edenleri şüphenin kedisinden değil şüphenin başlangıcından yani senin varlığından şüphe duymaktan, sana uzak kalmaktan koru..

Yine de dönüyor

1609 yılında tüm dinsel açıklamaları bi kenara bırakma cesaretini göstererek günlerce süren gözlemler yapmaya başlayan Galileo Galilei, gözlemlerinin sonucunda evrenin merkezinin dünya değil güneş olduğunu keşfeder. Yani güneş dünyanın değil, dünya güneşin etrafında dönüyor, der. Fakat bilimin babası kabul ettiğimiz Galilei bey amcanın azimli gözleminin sonucu kiliseye yapılmış bi ihanet olarak kabul edilir. Afaroz edilip, öldürülmek tehdidi altında olan Galilei pişman olduğunu söyleyince kilise tarafından affedilir ve bu da uzun yıllar süren ev hapsinin başlangıcı olur.
        Onu ölümden kurtaran günah çıkarması sonrasında, içinde isyan ya da inkar dışındaki belki de her şeyi barındıran, aslında evrenin sırrını da özetleyen bir kaç kelime fısıldar kendi kendine:
-It does moves.. (Yine de dönüyor..)

Hoşlanıyorum senden klişesi

Birbirinden hoşlanan iki arasında geçen ve yüzyıllardır değişmeyen sohbet:
-.. yaaa aşk olsun ama..
- e olsun canım :) (pis sırıtış)
- (mahcup gülüş?)

31 Mayıs 2012 Perşembe

What if I am right..

"If you look for enough, you'll find it.. the cause"
I don't have find yet and I decide to obey this direction" for a while.
If I'll turn out to be wrong, I'll be just(?) disappointed.
But, what if I am not in a fallacy...

30 Nisan 2012 Pazartesi

Kim gelecekse onu beklemek

Güneş vuruyor gözüme, kısıyorum gözlerimi. yine bir şey bekliyorum tek başıma. Kimse benim kadar beklemez çünkü biliyorum. Başkası olsa çoktan vazgeçmişti. Ama düşünüyorum da... başkası değilim. İyi ki olmamışım.

5 Nisan 2012 Perşembe

Bugün ben hiç

Bugün dünyanın durduğu gündü.. ne mi oldu bugün? Hiçbir şey.. işte bugün kısa bir süreliğine de olsa olan şey buydu. Peki, "hiç" nasıl olur? Belki onun da olduğu bir yer vardır. Bugün oradaydım. "Hiç" in olduğu yerde..                                        
                                                                                                                                  2 Nisan 2012  Pazartesi

Hayal

Tüm hayallerimi bedenim ve aklım üzerine kurmamaya çalışıyorum; ki, onlardan birini kaybettiğimde hala hayatta kalmam için bir sebebim olsun. İyi ki mükemmel bir zihnin ve bedenin yokluğuna sahibim, böylece bir gün sahip olmadığım bu  mükemmelliğe varma umuduyla hala  nefes almaya devam ediyorum..

28 Mart 2012 Çarşamba

Şarap

Şarap .. sessizliğimi mi dillendirmişti, yoksa canlanıp yalnızlığımı mı silmişti?

Uzaksa

Yakınlaştıkça derinleşir. Bir o kadar da bulanıklaşır. Elini beline koyup şöyle uzaktan bi bakarsın ki; işte, en anlamlı an... Yakındakinin uzak, uzaktakinin yakın olduğunu anladığın an!

12 Mart 2012 Pazartesi

Değişimin biri bir gün...

Birinin değişmesini -en başından beri her şeyin farkında olmana rağmen-, en iyi niyetinle, en az bir kaç yıl beklediysen ve sonuçta hiç bir ilerleme kaydetmediyse(n), haberin olsun ki o ilerleme asla olmayacak! Ve çaba harcadığın zamanın tümü sana sonsuz boşluk, hatta hayıflanma olarak geri dönecek. Bil!

12 Şubat 2012 Pazar

Su kaybolur mu(?)

Suyun nası kaynadığı üzerine daha önceden çok da düşündüğümü hatırlamıyorum. Bi 100 derece dediler, inandım. Hiç fokurdayan bi suyun içine derece sokmadım. Hayatta en çok güvendiğim şeylerden biri su. Ben o dereceyi asla kullanmadım, o da benim güvenimi asla sarsmadı. Neden şüpheleneyim ki. Kaynarken hiç tuhaf bi hareketini görmedim. Isındı ısındı, bu sırada dikkatli günümdeysem tek farkedebildiğim dönüp duran buharlar oldu. Derece 90 a geldiğinde- muhtemelen- küçük balonlar oluştu, baloncuklar havada sıcramaya başladığında ise 100 derce olduğu anladım. Hiç farketmedim ateşi yaktığım ilk andan beri yavaş yavaş kaybolduğunu, kaynadığında ise daha çabuk kaybolduğunu ama hiç de düşünmedim buharlar halinde tamamen kaybolabileceğini.. Yok olmak da denemez buna. Artık bana değil de havaya görünebilir olabileceğini hiç düşünmedim, önemsemedim.

Camdaki buğu

Karanlık. Mutfak camına yaklaşıyorum, yavaşça. Çok sonradan farkediyorum ki; cama ne kadar yaklaşırsam cama yansıyan gölgem de o kadar az görünür oluyor. Cama yaklaşıyorum, git gide. Ve git gide cama yansıyan gölgem de azalıyor. Azalıyor, azalıyor, küçücük kalıyor. Yine de dışarıdaki ışıkları görebiliyorum sadece, her şey buğulu. Şimdiye kadar dışarıda gördüğüm ne varsa, hepsi tek kocaman bi buğu. Cama yapıştırdım artık başımı. Artık sadece ışıklar değil tek görebildiğim. Evler arabalar yol çocuk parkı ve ağaçlarla gökyüzü. Görebildiğim herşey daha net, hepsine bi isim verebiliyorum. Şimdi benim gibi camdan bakan herkes de aynı isimleri veriyor onlara. Sonra bir şey daha farkediyorum. Artık camdan yansıyan gittikçe bana yaklaşan bi gölgem yok. Bunları hepsini söylerken bu kez de, nefesimin buğu yaptığı cam dışarıyı görmeme engel oluyor. Bu kez ne camın ardından dışarıyı ne de cama yansıyan gölgemi görebiliyorum. Cam buğulanıyor, buğulanıyor. Buğu oluyorum..

4 Ocak 2012 Çarşamba

Mutlu musun(?)

Mutlu taklidi yapmıyorum. Sadece mutlu olmak ya da olmamak üzerine çok düşünmüyorum artık. Zaten arayıp durduğumuz mutluluk" tam da buymuş(?).

2 Ocak 2012 Pazartesi

Banyodan sonra

Banyo yaptıktan sonra ilk kez tuvalete girmenin verdiği his gibi.. İlk kirlendiğin an! Bekaretini kaybetttiğin, abdestinin bozulduğu an gibi. kendimi bildim bileli banyo sonrası giderilen tuvalet ihtiyacının verdiği his hep buydu. bu anı ilk yaşadığımdan beri verdiği his hiç değişmedi. ilki ile sonuncusu arasında hiç bi fark yok. aşık olmak dedikleri de bunun gibi galiba. bi kez duydum o duyguyu bi daha olmaz sanırken, ömrün boyunca her seferinde aynı hissi tekrar yaşıyorsun. derecesi, şiddeti hiç değişmeden. hepsi ilk kezmiş gibi. şimdi kirlendiğin için pişmansın ama biliyorsun ki sonrasında tekrar yıkanacak tertemiz olacak ve yine kirleneceksin. bu bir döngü biliyorsun ölene dek yıkanıp temizlenip, kirlenip tekrar yıkanacaksın.. Ta ki son kez birileri seni yıkayana ve seni kirletecek kirli şeyler bedenini ve ruhunu tamamen terkedene kadar..

Düz saçım

İnanırım, her insanın ortak olarak cesaret örneği gösterebildiği bi an vardır: Takıntı anı