28 Aralık 2012 Cuma

Hep gülmesin o güzel yüzün..

      Sürekli gülmek, şen şakrak olmak neyin samimiyetsizliğidir, hiç anlayamadım ve anlayamayacağım sanırım..

      Düşünürüm zaman zaman beni bir insan evladının tek alıkoyamayacağı şey, içimden geldiği anda gülmem, kahkaha atmam olabilir diye. Gönlümce gülebilmek hayattaki en büyük lüksüm, en kendime has yanım ve kişisel alanım gibime geliyor. Belki de değildir orasını bilemem. Ama bildiğim bir şey varsa o da, her zaman bir insan evladının bu hislere kapılamayacağıdır.
      Bir insan hayal et ki, 7/24 gülsün, ciyaklayarak konuşsun, her yeni tanıştığı insana sıkıca sarılsın, öpsün. Sokakta yaralı bereli, ayağı kopmuş, gözü çıkmış birilerini görünce derbeder olsun. Ölüm kelimesini kullandığın anda henüz bir cümle bile kurmamışken dünyanın en ayıp en iğrenç lafını etmişsin gibi, off ya konuşmayalım böyle iç karartıcı şeyler desin, istisnasız her seferinde. Hayatta, an ve an yaşanan durumları konu eden bir filme gidin, birileri katledilsin birilerinin bir tarafları kesilsin ve o, ya ne kadar depresif bir filmdi, hele o kızın kesildiği sahne çok mide bulandırıcıydı gerçekten, daha eğlenceli sanmıştım, gitmeyelim bir daha böyle filmlere, der. Gitmez de... Film biter salondan çıkılır ve o ancak bir film süresince dayanır şakrak olmamaya. Kapıdan çıktığı anda başlar şakşaklamaya : ayy o neydi öyle bee!

      O hep güler, hep sarılır, hep öper,herkesi sever o, herkes de onu.. İşte samimiyetsizliğe inanmamı sağlayan da budur. Ne zaman içinden geldiği gibi davrandığını bilemezsin, ne zaman gerçek ne zaman sahte.. çünkü o hep tatlıdır.. ve nihayetinde benim gözümde karışır gerçek ile sahte birbirine, o'nda ise çoktaan yok olmuştur ikisinin ayırdı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder