28 Ekim 2011 Cuma

Kaldırımdaki ayakkabı


 "Bir insanı yargılamadan önce gökte üç ay eskiyinceye dek onun makosenleriyle yürü."                           Kızılderili Atasözü, anonim 
      
Sokakta kaldırım kenarında arkadaşımı, otobüsü ya da sadece zamanın geçmesini beklemek zorunda kalmışsam eğer, oynadığım çok zevkli bi oyun vardır. Başkaları da yapıyordur muhakkak bu yaptığımı fakat benimki oyun haline gelmiş şekli. Önyargı ve hüküm yerine, fikir sahibi olmak ve anlayabilmek var içinde, olduğu kadarıyla... 
           
      İnsan seyretmek çok büyük haz veriyor diğer insanoğluna. Tabi bi amaç etrafında (dikizlemek/ röntgenlemek) odaklanılmadığı sürece:) Yürüyüşünü, duruşu, saçlarını savuruşunu izlemek. Bi kaç adımından sonra omzundan düşen çantasını hep aynı şekilde düzelttiğini görmek. Kollarını sallaması, hareketlerinin hızı. Birini ister bi kaç dakikalığına, ister bi saatliğine takip edeyim, müspet sonuçlar elde edebiliyorum, inan! Onun içindir ki, derler ya ilk izlenim önemlidir diye. Küçümsenen saniyelerin, esasen hayat memat meselesi olduğunun kanıtıdır bu. Zamanla anladım ki, onları izlemek bi o kadar da onlardan gizli yapmam gereken bir şeydi. Onların da benim ki gibi gözleri, hisleri olduğunu unutmuştum. Görünmez de olamayacağıma göre, başka yolunu bulmalıydım. İzlenirken duydukları rahatsızlığı duymamaları gerekliydi. Bakışlarımız çakışmadan nasıl becerebilirdim ki bunu? Farkettirmeden, kısa sürede bitirmeliydim bu işi. Dış görünüşü özetleyen yani kişinin yaşamına özet getiren bi nokta. Olmalıydı, ama nerede?

      Sonra bi gün kaldırımın kenarındaki duvarda otobüs beklerken keşfettim, o basit gerçeği.. Ayaklar! Ayakkabılar! Hayatın özeti tam da bu yöndeydi, daha doğrusu ayakkabılarda. Şık ayakkabılar, spor ayakkabılar. Topuklusu, ruganı, renklisi, siyahı, eskisi, boyalısı, sandaleti, çizmesi.. Her neyse işte. Ayakkabıları izlemeye başladım. Sürekli yere bakarken, düşünceli insan görünümümle, izleyici tehlikesi oluşturmuyorum onlar adına. Böylelikle göz göze gelmeden, bakışlarla dışlanmadan, istediğim kadar gözlem yapıyorum, her bir çift adımın farklı bi dünyayı anlattığını bilerek...






Sonbaharlı klip

        Ayakta durup volta atmaktan yorulmuşken. Merdivenin bir kenarı çöküverdim. Dirseklerimi dizlerime koyup ellerimi kavuşturdum birbirine. Sıkıca sarıldılar birbirlerine yeterince üşümüş iken. Sonra gövdemi dikleştirip kafamı kaldırdım yukarıya. Gökyüzüne bakmayı severim. Ama başını kaldırdığım anda gözümün önüne gelen berrak bi gökyüzü ve hışırdayan görüntüsüyle gövdesi görünmeyen sarı yapraklı bi sonbahar ağacıysa zevkim bin beş yüz katına çıkar. Baktım baktım. Sakince. Konuşan birinin gözlerinin içine bakar gibi baktım. İlgiyle baktım, dikkatlice. Yapraklarla göz göze bile geldim. O sırada fonda hafiften bi gitar sesi. Tatlı tatlı çalıyordu. Tek tek, her ses ayırt ediliyordu. O kadar yalındı. Kendimi sonbaharlı bi klibin içinde sandım. Bi kaç saniyeliğine gözlerimi bile kapattım. İçimden hafif, güzel şarkılar geçti. Kırsal bölgeler, sarı kırmızı yeşil sonbahar yaprakları... Kalın paltomun üzerinden rüzgarlar geçti. Bunlar toplamda on saniyede olup da biterken, büyük akıllılık ettiğimi anladım.      
         Gitarcı çocuk yanlış notaya bastı. Baştan denedi, yine yanlış oldu. Sonra da sustu. Çok hayal kurmuşum yine. Ne klip varmış ortada, ne kırsal alan.. Sadece kütüphane merdivenlerinde oturuyormuşum. Gitar çalan da dünya yıldızı değil, gitar dersi bekleyen bi çocukmuş.
  

25 Ekim 2011 Salı

Uyku arası

Bundan tam iki gece önce uyku ile uyanıklık arası sayıkladığım şey: " Birinin bi şeyi yapmasını hayal edersin. Yapar. Sonra onun yapmasını hayal ettiğin şeyin, hayalindekine hiç benzemediğini anlarsın.". Böyle zamanlarda anlarım ki hayalimin gerçeğe uyma ihtimali, ona uyma ihtimalinden daha fazladır. Bundan sonra bi karar aldım. Hayallerimi dış dünyaya göre değil, iç dünyaya (sıradan bi insan ruhu) göre kuracağım. Hayale dalmak bi anlamda dünyadan uzaklaşmak derler ya, bu durumda dünyaya hem yakın hem uzak olurum eşit mesafede..

1 Ekim 2011 Cumartesi

Kadın vardır bir de adam..

Gece miydi?
Böyle gecelerde
     türkü söylenir...

Ama bu yolcular
     suskundular...
Ve sokulmuşlardı
              birbirlerine..

Kadınlar ve çocuklar
                        ayrı
erkekler ayrı yerlerde...

Nereye kadar sürdü
             yolculukları?
Hep geceleri mi
yol aldılar?
Gündüzleri
                nasıl gizlendiler?

Ve devrilen
                     tekneden
                         çırpınarak
                                 gömülürken
                                       karanlık sulara
son sözcükleri
                 nelerdi?
Nelerdi
         akıllarından geçenler?




Çocuk ağlayışları
            ve kadınların
                    nicedir bastırılmış
                                      çığlıkları
                                             geceyi
                                                     yırtarken
erkeklerin
    son düşünce
                    kırıntıları
belki pişmanlık
                  sözcükleri    
belki kırık dökük
                        dualardı
                              boğulurken...                         

"Gecede Ölüm"  İKİ AĞIT/ Ataol BEHRAMOĞLU


Söyleyemedikleri bir şeyler kalmıştı, her zaman, ve bazıları çokça üzülmeseler de ağlamak için bolca sebepleri vardı.
Söylediklerinden arta kalan bir çok şey - kendisi küçük depremi büyük çatlaklardan- kendilerine çıkış noktası bulmuşlardı.
Sonrasında uzun süredir bekletilmenin sabırsızlığıyla atik ve yayılmacı dağıldılar savaş alanına. Başladılar ölüp kalmaya..



Onların ise dudaklarından dökülmeyen, gururlarının esiri olan sözcükler, son nefeslerinde dahi yenik düşmüşlerdi gururlarına ya da var olan güçlerini saklamanın verdiği yorgunluk çökmüştü üzerlerine.
Taburelerine atılan tekmeden sonra göremeyeceklerse de sözcüklerinin sahipleriyle buluşmasını, geçerken uğrayan dostlarla dertleşirken bahsi geçer diye düşündüler. Söyleyemedikleri, söyleyemecekleri yerlerde, derinlerde kalmıştı. Belki onlar artık bunu hissedemeyecekler ama son nefeslerini de hiç söylenmemiş sözcükler çalmıştı ya, işte en çok bu koyacaktı geride kalanlara.. kadınlarına..

7 ekim 2009  

Susarım, göğe

Kabahatini gizlemek istiyorsan,
kaldır başını göğe,
önce çenen görsün masumiyeti..

Oyun mu gerçek?

Ben gerçektim ve onlar oynuyorlardı yanlızca
ustaca hem de..
bu durumda,
ne utanabilir ne de çekinebilirdik birbirimizden..
utanması gereken biri varsa o da bendim.
onları zorla oyunuma dahil ettiğim için..


Tembeli ne halde, bilsen!

Huzursuzduk tıpkı onlar gibi..
Aynı zamanda bilgisiz ve korkakdık.
sinirlenip taşkınlık yaptığımızda,
etraftakilerin de huzuru bozulmuştu.
Öğrenmek istiyorduk fakat çabalamıyorduk.
Gerekiyor diyorduk,
fakat zorlamıyorduk,
biliyorduk!


Hissettim mi?

Dokunduğum herşeyi hissettiğimi sanıyordum o güne kadar. Yanılmışım. Her şey dokunularak, sadece dokunularak hissedilmiyordu ve dokunduğum herşey de aynı zamanda hissetttiklerim değillerdi. Söylenmeyen ama tarif edilen bir söz, göz bebeklerime çarpmayan ama tasarlayabildiğim bir görüntü kimi zaman daha fazla hissedilir oluyordu. Hissetmenin de derecesi oluyor mu, dedim bir an, tereddütle! Evet oluyormuş. Hadi hatırlasana! Fazla zorlamana gerek yok kendini. Güzel bulduğun bi insanın söylediği kötü bir laf, çok tanımadğın insanların içinde yaşadığın utanç verici bir an daha çok acıtmadı mı canını? O anı tek bir duyunla yaşamış olsan da her duyunla hatırlamıyor musun sanki? Yaşadığın bir acıyı düşün. Karnındaki ağrı, etraftaki ağır koku, gözlerinin önünden geçen film şeritleri, haykırışı andıran siren sesleri, diline yapışmış ve bir süre kurtulamadığın ekşimtrak bir tat. Sadece tadını ya da kokusunu değil, anın kendini algılamıştın. Öyle bir duymuştun ki o anı hem de, hafızanın en kuytu köşesine koca harflerle kazımıştın. Öyle fena yer etmişti ki aklında, hatırladıkça hissetin, hatırladıkça tekrar hissettin.. Her seferinde birbiri üstüne eklendiler, hep bir öncekinden daha fazla duyumsadım. Her seferinde hüznümün biraz daha artmasının sebebi bundandır, öğrenmiş oldun! Duyumsamış olduklarım duyumsuyor olduklarımın önüne geçiyor ara sıra, engel olamıyorum.  Geçmişin altında kalıyor şimdiki zaman ve gelecek de. Geçmiş şu anım, şu an ise geleceğim oluyor. Anlayacağın hep geçmişlerim galip geliyor. Şimdiyi bir kez yaşarken, geçmişi istemediğim ve tahmin edemeyacağim kadar kez yaşıyorum. Hissetmek doğanın bendeki yansıması istesem de karşı koyamıyorum. O kadar güçlü sayılmam zaten, tüm hissettiklerimi tekrar tekrar yaşamaya katlanabiliyor olsam da!   6 nisan 2009