26 Eylül 2013 Perşembe

Beyler ağalar istanbul ne tarafta?

Şu kısacık ömrüm boyunca o kadar yakın olmuşken İstanbul şehrini bulunduğum son iki yıl içinde bir parça öğrenmiş bulunmaktayım. Fakat büyük bir şehri bilmek öğrenmek o kadar da kolay bir şey değil benim gözümde. Bakma benimkisi köprünün üzerinden geçerken aşağıda deniz olduğunu bilmek kadar bir bilgi ile sınırlı idi bir zamanlar ondandır bu kabarmalarım. O denizin bile nerede olduğunu bilmeyenler görmeyenler olduğunu bilmemdendi ukalalığım..

Bence bi şehri çok iyi bilirim demek çok ucu açık çok fütursuzca bi laf ki bi memleketi her köyüne bucağına sokağına köprüsüne kadar bilmek imkansız gibi. Nerede güzel kahve içilir nerede ucuz kıyafet alınır neresinden görünür en güzel endamı o memleketin.. sanki hepsini birden bilmek bilebilmek pek bi manasız içi boş bi laf gibi..

Bu yüzden bir yeri iyice bilmeyi tabi ki gerçek manası haricinde daha kabaca-çok sevgili hocamın lafıyla- bir manada anlıyoruz. Belki de anlayabileceğimiz tek hali de budur, bilinmez..

Fakat kişi adına yeni yeni bilinmeye başlanan bi yerin manası her zaman aynı oluyor gibi.. O yer ister büyük ister küçük bi yer olsun bu bilinmezlik durumu duygusu çok benziyor birbirine.
Beşiktaş' ta iken Kadıköy hangi yönde diye sormak gibi, başka bir yol bilmediğin için Kadıköy' den Üsküdar' a gelmek gibi.. İskeleden geçiyor mu? demek gibi, insanların içinden acıyarak "..len mal iskeleden sonra yol mu var?" dediğini bile o anki bakışlardan değil dolmuştan indikten sonra anlamak gibi. En son şahit olduğum bir olayda ise Kabataş' tan Üsküdar vapuruna( başlarda gemi dediğim sonra tekneye küçülttüğümden beri en son buna karar verdim fakat emin olmamama rağmen utancımdan hala soramıyorum :I ) tıngır mıngır binmiş iken tabi kör cahilliğimi hala üzerimden atamadığım için yukarı çıkmıştım,o serin havada..  Bi süre sonra merdivenlerden tedirgin adımlarla süzülen adam, yine yavaş ve eminsiz bir tonla arkamdaki kıza şöyle diyordu: Kabataş değil mi? Yanlış binmedim? Kız gayet sakinlikle ve anlayan bir tavırla cevap verdi: Evet Kabataş- Üsküdar. Ben inanılmaz çatlak bir kahkahanın eşiğinden dönmüştüm o sırada. Binerken kocaman yazıyı da mı okumadın be adam diyorum içimden. Ama sonra bunu çok fevri bir tavır olacağına karar verdim. Adam o kadar bilmiyor o kadar yabancıydı ki o anda nerede olduğunu bile bilmiyordu. Haklıydı. Bir yeri hiç bilmemek insana böyle bir hakkı da tanıyordu. Benim yaşadığım saçma sapan adres etkinlikleri geldi aklıma.. Utandım kendimden. O zamanlarda, başka insanların da benimle ilgili aynı gülme hissiyatlarını bastırdıklarından değildi bu utancım. O adamla benzer duyguları yaşadığımı unutmamdan utanmıştım o anda..

Bir yere yabancı olma duygusunun aslında yere göre çok da değişmediğini anladım sanki. O yer ister büyük ister çok sıradan bir taşra kent olsun. O çok büyük dediğimiz şehirlerden gelen insanlar da hep aynı yabancılığı duyuyor. Çok küçük bir yerde "bu dolmuş çarşıdan geçer mi?" diyor, dolmuşcu pis pis sırıtarak "zaten hepsi çarşıya gider abla" diyor, o genç metropol kadınına. Diğer yolcular da yutkundukları kahkahalarıyla içten içe eşlik ediyorlar ona. Herhalde aradaki tek fark küçük metropol kadıncığı havalı bir gizemli kadın örneği oluştururken, vapurdaki küçük kent adamımızın ezilip kabuğuna girme örneği oluşturması olabilir.

 Ben her zaman adres bilmemeyi utanç meselesi haline getirmiş, gideceği yeri hep biliyormuşcasına davranan kişi olmayı yeğlediğimden, büyük şehirde kalabalığı takip eden, küçük şehirde ise az soru soran kişi olmayı tercih etmişimdir. Fakat  herkesi anlamak adına kendime bir söz vermek istiyorum. Bundan sonra, ne vapurdaki adama gülüp onu ezik hissettireceğim ne de çarşıdan geçer mi diyen kadının havasını indirmek için tıslayarak güleceğim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder