20 Ağustos 2011 Cumartesi

Davulcunun ü'nü

Dan dı dan dan, dann dann, dan dı dan dan, dann dann, (es) dannn! Bunu andıran bir ritimle sıçrıyorum. Bir ay var, çok özel kimileri için ve bazıları için uzak sadece.. Bu ritmi ilk duyduğum gün büyük bi sıçrama yaşıyorum (normalde böyle fikirlerimi yazıya dökmem, fakat şu an aklıma geldi, tutmayacağım kendimi. S*ç + ramak, yani s*çmaya ramak kalması hali). Bu büyük sıçrayışım beni büyük bi karar almaya itiyor; aynı şeyi bir daha yaşamamak için bundan sonraki gecelerde davul çalana kadar uyumamaya karar veriyorum. Artık beni korkutamassın haşin adam ve onun gergin davulu. Artık siz benden korkun! Herkescikler uyurken aniden kafanıza bi terlik savurabilirim. Tövbe edersiniz bu işe.
Bi süredirse ilk günlerden farklı, ürkek bi ritm duyuyorum. Başlarda ben ondan korkuyorken, şimdi sanki o benden tırsmış gibi hafifçe yükleniyor davuluna. Tabi ki muhteşem hayal gücüm, bu resmi de hemmen tamamlayıveriyor. Bi analiz tablosu çıkarıyorum önüme. Davulu genelde roman arkadaşlar çalar ve romanlarda müzisyenlik baba mesleğidir yüzyıllardır. Her baba, usta çırak ilişkisiyle oğluna öğretir bu mesleğin inceliklerini. Yiğitlik er meydadında öğrenilir kısacası. Bu ansilopedik bilgi beni birdenbire aydınlatır. Buldum! Bu çalan davulcunun oğlu! Hem ürkek hem arada kaytarır cinsten vuruşları. Kesin o! Ona bir öğütte bulunmayı istiyorum. Camı açıp bağırıyorum. Hey davulcu...! Hevesle pencerenin dibine kadar yaklaşıyor. İşi gücü bi kenara bırakıp, benim gibi bilge bi ablayı dinlemeye koyuluyor. "Biraz kuvvetli vur şu davula, yoksa kimseler bahşiş vermez sana" diyorum. Pencereyi kapatıp odanın karanlığına karışıyorum. O beni uzaklaştı sanarken, pencerenin ardından onu röntgenliyorum. Ani bi hareketle ve mağrur bi şekilde başına dikleştiriyor. Kendine inanmanın duruşu bu! Tanırım. Omzunu kabartıyor, kolunu geriye atıyor ve tüm gücüyle vuruyor davuluna... Öylesine büyük bi vuruş ki bu, yankısından kulaklar çınlıyor, köpekler kedi kesiliyor, dinsizler imana geliyor

Yıllar geçmiş o günden sonra. Bizim acemi davulcu büyük, çok meşhur bi üstad oluvermiş. Konserler verip, albümler yapıyor. Herkes onun davula vurduğu tek bi fiskeye şahit olmak adına müthiş paralar harcar oluyor. Yurt dışında festivallere katılıyor, yılın sanatçısı seçiliyor. Sonunda en prestijli ödülün de sahibi oluyor: Nobel barış ödülü! Kültürler arası bi köprü, tüm dünya için bi fenomen halini alıyor. Onun sayesinde senfoni orkestralarına davulcu bulundurma mecburiyeti getiriliyor. CSO( cumhurbaşkalığı senfoni orkestrası) o resmi halinden uzak bambaşka bi havaya bürünüyor. Orkestrada çalan akrabalarını izlemeye gelen roman vatandaşlar, davulun insanın içini hoplatan ritmini duydukları andan itibaren , oldukları yerde oynamaya, göbek atmaya başlıyorlar. Her yer şenleniyor, klasik müzik camisı devrim niteliğinde büyük bi değişim yaşıyor. Artık kimse klasik müzik konserlerinde uyuklamaz, esnemez oluyor. Frag yerine şalvar modası başlıyor protokolde. Elit buruşuk hanımlar kulaklarının arkasına bir de kırmızı gül sıkıştırıveriyorlar. Bunca gelişmenin arasında bir tv kanalındaki röportajına rastlıyorum bizim genç davulcunun, sunucunu bu macera nasıl başladı bize anlatır mısınız sorusuna, şöyle cevap veriyor bizimki: "Bizimki baba mesleği aslında, ama ben diğerlerinden farklı olarak biraz isteksiz başladım bu işe, çiçekleri çok severim ama sokaklarda çiçek satmayı hiç düşünmedim hep bi dükkan açmanın hayalini kuruyordum tabi bunun için önce biraz para biriktirmem gerekiyordu. Bu sebeple geçici olarak davulculuk yapmaya karar verdim. Bir kaç yıl boyunca düğünlerde, folklor şenliklerinde, ramazan aylarında çaldım. Ta ki bi gece yarısı gönülsüzce davuluma vururken, beni sarsan o tiz sesi duyana kadar. "Biraz kuvvetli vur, yoksa kimse sana bahşiş vermez" diyordu, o ses. O günden sonra böyle isteksiz şekilde davulumu döverek asla çiçekci dükkanım için gerekli parayı biriktiremiyeceğimi anladım ve var gücümle, tüm yüreğimle asıldım tokmağıma. O gün bu gündür de, ne ben tek bir gün istemeden vurdum davuluma ne de benden yürekli bi davulcu geldi dünyaya. Şimdi, bana o gece bağıran kadına şükrediyorum. O olmasaydı ben asla şu anki konumumda olamazdım. Eğer beni duyuyorsa, tüm hayatımı ona borçlu olduğumu söylemek isterim." dedi ve sunucu diğer konuğu davet etmek üzere lafı değiştirdi.

Şimdi çok pişmanım o gece o çocuğa bu şekilde bağırmadığım için, onu uyarmayı ne çok isterdim halbuki.. Belki gerçekten hayatı bu yönde bi mucizeye dönüşürdü. Belki de ağız dolusu küfür edip takip eden günlerde de davlunu bildiği gibi çalmaya devam ederdi . Kimbilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder