Buzdolabını açtım. Bir domates ve bir salatalık aldım. Soğanı hazırladım. Önce yıkadım, ovalayarak hepsini. Sonra salatalığın kabuklarını soydum. Tezgâh bir anda uzun, ince, yeşil şeritlerle doluverdi. Doğramaya başladım, sırayla soğanı, salatalık ve domatesi. Hah, doğru ya ne unuttum diyordum. Bir tutam maydanozla salatamın üzerini süsledim. “Her şeyini koydun mu?” dedi annem, “ tuzunu, yağını, nar ekşini ve elma sirkesini” koydum anne dedim. Tüm aşamalar tamamlanmış ortaya kırmızılı yeşilli rengârenk bir resim çıkmıştı. Bu harika tabağı birazdan yenmek üzere layık olduğu yere, yani sofraya bıraktım. Gözlerimi tekrar tezgâha çevirdiğimde, etrafın renkli fakat pis görüntüsünü beni rahatsız etti. Soğan kabukları, domates sapı, salatalık kabuğu… Temizlemeye başladım. Önce bir kaşık yardımıyla onlardan kurtulmayı denedim, düştüler etrafa saçıldılar. Sonra peçetenin işe yarayacağını düşündüm, bu kez de peçete parçalanıp bir de kendi pisliğini oluşturdu. Çaresiz kalmış, pisliğe yenik düşmüştüm. Başından beri çekindiğim son çareye başvurdum. İki elimi birden pisliğe daldırdığım anda, her yer tertemiz olmuştu. Vay canına ne çözümmüş! Elimi bu işe sokmak istemezken aslında şundan korkuyordum: “Ya oradaki pisliği tamamen temizleyemezsem ve üstüne elimi de boş yere kirletmiş olursam?”. Korktuğum başıma gelmemişti… Kire, pisliğe, kötülüğe ve her neyse diğerlerine elimi sürmekten, üzerime bulaşacaklarından korkmayıp bir işe giriştiğimde kusursuz temizliğe ulaşabilmiştim. Ellerime bulaşanlar, üzerime sıçrayanlar elbet bir yolla temizlenirmiş. Ya su olur bunu sağlayan, ya sabun, bazen zamanla… Ellerimi yıkadıktan sonra hem ellerimdeki hem de tezgâhtaki pisliklerden tamamen kurtulmuştum. Ve bunu sonrasında bir arkadaşa tavsiyede bulundum: “ Elini pisliğe daldırmadan, temizlik yapılmaz!”. Umarım dinler. Yoksa her yolu denedikten sonra, en sonunda yorgun halde deniyor olduğu tek çözüm yolu yine bu olacak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder