Hiç tanımadığın bir insan seni gördüğü için mutlu oluyor. Sarılıp, öpüyor yanaklarından. Güzel göründüğünü söylüyor. Hediyeler veriyor sana. Sonra şöyle diyor : “Ömür boyu mutluluklar!!” O anda söylediğine inanır mı bilinmez, senin için de kendi için de mutlu oluyor. Dilekleri ne kadar uzun vadeli, ne kadar çok olursa bir o kadar iyi bir insan olduğunu düşünüyor herhalde. Senin, salondan ayrılmadan önce attığın gelin çiçeğini tutuyor. Evlenip mutlu olacağına inanıyor içten bir şekilde, tıpkı senin gibi… Biriyle evlenmiş olmak bile büyük bir mutluluk vesilesi onun için. Kendinin de başına böylesine bir mutluluk gelmesi için dua ediyor, her gün. Toplamda binlerce kez. Hayatımızdaki her olayın saf mutluluk taşımadığının farkında değil mi, acaba? Peki insanlar bu derece saf olabilir mi? Hayır dediğini duyar gibiyim. Doğru cevap da bu. Tabi ki evrende saf halde bulunan şeyler olabilir, fiziksel olarak. Yine de bunların hiç biri beşeriyete ait değiller. Peki, gayet insani, maddesel yanı olan evlilik neden ona saf mutluluk gibi görünüyor olabilir? Halbuki sen biraz önce damat beye çok sinirlenmiştin, saçlarını istediğin modelde yapmadığı için kuaföre feci bozulmuştun, evliliğini onaylamayıp o gün yanında olmayan babana lanet ediyordun içinden. Birden müzik başladı dans etmeye başladınız, ilk dans. Ne hikmettir ki yüzün aniden aydınlandı, gülümsemeye başladın etraftaki insanlara. Damadın kulağına fısıldadığı her söze çok anlamlılarmış gibi tekrar tekrar gülümsedin. Mutlu olduğundan şüphe etsen bile, kimse fark etmesin istedin bunu. Mutluluk denen şeyin sorgulamamak, şüphe duymamak, akıntıya kapılmanın kendisinden başka bir şey olmadığını kimse öğretmemişti sana. Cümle dışında, tek başına anlamı olmayan edat gibiydi mutluluk. Bana mutluluğun formülünü öğrettiler sandın, sana sadece hiçbir şey yapmamayı öğretmişlerdi. Evet, bu yaşadığın genelde mutluluk diye seslendiğimiz şeydi . Ama mutluluğun kendisi değil.
O uzun gece bitmişti. Hayatımın en mutlu gecesi dedin o geceye. Evlilik ne demekti senin için? “Aşkımın vücut bulması” diye cevaplayabilirsin bu soruyu. “Aşkımın, tutku dolu sevgimin bedeni, evlilik! ” bu da şık bir cevap olurdu açıkçası. O halde kendi bedenini yiyip bitiren bir şey olmalı bu evlilik denen şey.
Zaman geçti, çok zaman. Önce aileler karışmıştı işin içine. Onlar da kendi hayallerindeki “sevgi bedeni”ni yaratma çabasından olsa gerek, evliliğinizin kollarından iki yandan çekiştirdiler. Evlilik ilk ısırığı aldı aşkınızdan. Düşünmeniz gereken tek şey romantik ilişkiniz değildi artık. Sonra birkaç çocuk yaptınız. Aşkımızın meyvesi… ilk dansınızda etrafa saçtığın yapmacık gülümsemen kadar, yalandı bu laf da. İtiraf etmelisin ki, o çocuklar sadece yaşlandıkça yalnız kalma korkunuzun artmasının meyvesiydi. Sırayla, geç ödenen fatura, beğenilmeyen yemek, ortasından sıkılan diş macunu, yatağın üzerine atılan kirli bir çift çorap, ütülenmeyen gömlek, televizyon sesi, giyilen mini etek, cekete sinen kadın kokusu, beklenen güzel söz… hepsi payına düşen birer lokmayı aldılar evlilik dediğin bedenden. Her gün biraz daha küçüldü aşkının bedeni sandığın evliliğin. Artık, en başında yapmadığın şeyi yapmaya halin bile kalmamıştı… mutluluğu sorgulamak… Mutluluk aşk, aşk da evlilik mi demekti?
Kocan, arka odadan sesleniyor şimdi: -Aşkımız nerede hayatım, bulamıyorum? –Bıraktığın yerdedir… ya da belki de dün süpürmüşümdür!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder